Yörük Ali (1896-1953) İstiklal Savaşımızın başlarında birçok yararlıklarıyla meşhur olmuş efelerdendir. Nazilli köylülerindendir. Ailesi ''Saı Tekeli'' adlı bir Türk aşireti olup Ayvazoğlulları lakabıyla anılır. Üç sene çetecilik ettikten sonra Hükümete katılmıştır. Yunanlıların İzmir'i ve Aydın'ı işgal etmesi üzerine,Çine'nin Yağcılar köyünde tekrar küçük bir çete kurmuştur. 15 Haziran 1920'de Menderes Nehri'ni 50 arkadaşıyla sallarla geçerek Malkoç tren köprüsünü muhafaza eden Yunan kara kolunu imha etmiş ve silahlarını almıştır. Bu hareket, Aydın ve havalisinde Milli Mücadelenin başlangıcı olmuştur. Yörük Ali Efe'nin kuvvetleri sonradan bir alaya yükselerek Milli Aydın Alayı adını almıştır ki, Aydın ve köşk cephesinde bir buçuk sene kadar vuruşan ve Aydın'ın içindeki savaşta çok faydası görülen bu alayın adı 57.Tümende 37.Yörük Ali Efe Alayı ismi ile hala anılır. Efe'ye istiklal madalyası ve milis albaylığı rütbesi verilmiştir.Milli Mücadele den sonra çiftçilik ve ticaretle meşgul olan Efe,6'sı erkek olmak üzere 9 evlat yetiştirmiştir.1953'te vefat etmiştir.
26 Aralık 2010 Pazar
25 Aralık 2010 Cumartesi
KÜTAHYA ÇİNİSİ
Kütahyanin simgesi ve onu bütün dünyaya tanıtan "Çinicilik" Kütahya 'da önemli bir sanat olmanın yanında bir geçim koludur da.
Kütahya 'da Friglerle başlayan seramik yapımı Bizans Devri sonuna kadar sürekli gelişme göstermiştir. Kütahya 100 yılı aşkın bir süre Selçuklularla Bizanslılar arasında tampon bölge olarak kalmıştır. Bu devirde çinicilik Bizans ve Selçuklu Sanatının özelliklerini birlikte kullanmıştır. Daha sonra Beylikler Devrine giren Kütahya 'da Osmanlı etkisi görülmeye başlamıştır.
1314 tarihli Vacidiye Medresesindeki Abdülvacit Efendinin Sandukasında 1428 tarihli Yakup Bey Türbesi 'nde ilk Osmanlı Devri renkli sırlı çini tuğlalar kullanıldığı görülmektedir. 15. yy. Osmanlı seramik ve çini sanatı mavi beyaz grubu çinileri ile dikkati çeker. Bu orijinal mavi beyazlar Hisarbey Camii (1487), Kükürt Köyü Camiin (1697) de görülmüştür. 15. yy mavi beyaz çiniler Kütahya 'nın bazı yapıları yanında İstanbul ve Kudüs mimari eserlerinde de kullanılmıştır. 16.yy da Kütahya Çini ve Seramik sanatı faaliyetlerinin yavaşladığı görülmekle beraber İstanbul ve diğer önemli merkezlerde yapılan mimari eserlerde Kütahya çinilerinin kullanıldığı görülür. 1528 - 1529 tarihli Gebze - Çoban Mustafa Paşa Türbesinde, 1522 tarihli Manisa Valide Sultan Camiinde, Topkapı Sarayının çeşitli ünitelerinde Kütahya mavi beyaz çinileri kullanılmıştır.
24 Aralık 2010 Cuma
EFES ANTİK KENTİ
İzmir İli Selçuk İlçesi sınırları içindeki Efes Antik Kenti'nin ilk kuruluşu M.Ö. 6000 yıllarına, Neolitik Dönem olarak adlandırılan Cilalı Taş Devri'ne kadar inmektedir. Son yıllarda yapılan araştırmalar ve kazılarda Efes çevresindeki höyükler (tarih öncesi tepe yerleşimleri) ve kalenin bulunduğu Ayasuluk Tepesi'nde Tunç çağları ve Hittitler'e ait yerleşimler saptanmıştır. Hititler Dönemi'nde kentin adı Apasas'tır. M.Ö. 1050 yıllarında Yunanistan'dan gelen göçmenlerin de yaşamaya başladığı liman kenti Efes, M.Ö. 560 yılında Artemis Tapınağı çevresine taşınmıştır. Bugün gezilen Efes ise, Büyük İskender'in generallerinden Lysimakhos tarafından M.Ö. 300 yıllarında kurulmuştur.
Hellenistik ve Roma çağlarında en görkemli dönemlerini yaşayan Efes, Asya eyaletinin başkenti ve en büyük liman kenti olarak 200.000 kişilik nüfusa sahipti. Efes, Bizans Çağı'nda tekrar yer değiştirmiş ve ilk kez kurulduğu Selçuk'taki Ayasuluk Tepesi'ne gelmiştir. 1330 yılında Türkler tarafından alınan ve Aydınoğulları'nın merkezi olan Ayasuluk, 16.Yüzyıl'dan itibaren giderek küçülmeye başlamış, 1923 yılında Cumhuriyetimizin kuruluşundan sonra Selçuk adını almış ve bugün 30.000 kişilik nüfusa sahip turistik bir yerdir.
FETHİYE-ÖLÜDENİZ
Türkiye’nin dünyada en çok bilinen turistik yerlerinden olan ve Ölüdeniz adıyla anılan yurdumuzun bu cennet köşesi Muğla İli'nin Fethiye ilçesinde bulunmaktadır.
“Tanrı'nın Dünya'ya Bağısladığı Cennet” olarak nitelendirilen Ölüdeniz, 3 km’lik bir kumsala sahip bulunmaktadır. Ölüdeniz’de, açık ve koyu mavinin, açık ve koyu yeşil ile iç içe girdiği bir renk armonisi içinde yüzmenin doyumsuz mutlulugu tadılabilir. Yılın on ayı ılık ve durgun suyu ile doğal lagün görünümündeki Ölüdeniz; yerli ve yabancı turistler tarafindan en çok tercih edilen yerlerden birisidir. Fethiye’ye 14 km. uzaklıktaki Ölüdeniz ile Belcekiz Plajı’nı, Kumburnu birbirinden ayırır. Belcekiz’daki çok sayıda pansiyon, kamp, motel ve lokanta yılın her mevsimi hizmete açık bulunmaktadır. Çam ağaçlari ile kaplı tertemiz kumsalı ve berrak denizi ile Kidrak buraya 3 km. uzakliktadir.
“Tanrı'nın Dünya'ya Bağısladığı Cennet” olarak nitelendirilen Ölüdeniz, 3 km’lik bir kumsala sahip bulunmaktadır. Ölüdeniz’de, açık ve koyu mavinin, açık ve koyu yeşil ile iç içe girdiği bir renk armonisi içinde yüzmenin doyumsuz mutlulugu tadılabilir. Yılın on ayı ılık ve durgun suyu ile doğal lagün görünümündeki Ölüdeniz; yerli ve yabancı turistler tarafindan en çok tercih edilen yerlerden birisidir. Fethiye’ye 14 km. uzaklıktaki Ölüdeniz ile Belcekiz Plajı’nı, Kumburnu birbirinden ayırır. Belcekiz’daki çok sayıda pansiyon, kamp, motel ve lokanta yılın her mevsimi hizmete açık bulunmaktadır. Çam ağaçlari ile kaplı tertemiz kumsalı ve berrak denizi ile Kidrak buraya 3 km. uzakliktadir.
ZEYBEK
Ege denilince akla Zeybek gelir. Mert, cesur, atılgan, mazluma dost, haksızlığa düşman olarak tanınırlar. Türk köylüsünün tipik bir örneğidir. Kurtuluş savaşında gösterdikleri başarılar ünlerine ün katmıştır. Bugün Zeybeklik tarihi bir anı olarak yaşatılmaktadır.
Bölgenin oyun türü Zeybektir. Batı Anadolu'nun hemen hemen her, yerinde ''Zeybek'' türündeki oyunlar,görülür. Afyon, Antalya, Isparta, Burdur, Sakarya çizgisinin batı tarafında kalan illerimizde bu tür oyunun büyük etkileri vardır.
Yörede kadınların oynadığı oyunlara ''Kadın Zeybek'', erkeklerin oynadığı oyunlara ''Erkek Zeybek" denilmektedir. Kadınların oynadığı oyunlar erkeklerin oynadığı oyunlara göre daha yürüktür. Erkek oyunlarının yöredeki bir diğer adı da "Ağır Zeybek" tir. Ege nin bir çok yerinde oynanan bu tür oyunların en ağırlarına İzmir, Aydın, Muğla, Manisa illerinde rastlamak mümkündür. Zeybek oyunlarının diğer oyunlara (Bar, Halay, Horon v.b.) göre en büyük özelliği tek olarak serbest oynanmasıdır. Toplu olarak oynanan Zeybek oyunlarında oyuncular arasında müzik ve ritim hariç hiçbir bağ bulunmaz. Oyunu oynayan kişi hiçbir kurala bağlı kalmadan tamamen içinden geldiği gibi oynar.Zeybek oyunları toplu olarak oynandığında, yöresel olarak daire formu kullanılır.
11 Aralık 2010 Cumartesi
İZMİR SAAT KULESİ
II. Abdülhamit'in (hükümdarlığı:1876-1909) tahta çıkışının 25. yılı için 1901'de Sadrazam Mehmet Said Paşa tarafından Alman Konsolosluk binasını yapan mimara yaptırılan kule 25 metre boyunda olup, dairesel esas etrafında dört çeşmesi vardır ve kolonlar Kuzey Afrika temasını esinlendirir. Kulenin saati Alman İmparatoru II. Wilhelm'in (hükümdarlığı:1888-1918) hediyesidir. Kulenin en büyük özelliği yapım tarihinden bugüne kadar saatinin hiç durmamış olmasıdır.
KAKLIK MAĞARASI
Denizli, Honaz ilçesinde bulunan Kaklık Mağarası, yer altı suyunun oluşturduğu yer altı boşluğundan meydana gelmiştir. Kendine özgü bir özelliği olan mağaranın içerisinde büyük bir traverten kitlesi vardır. Pamukkale’nin benzeri olan bu travertenler mağaranın yakınındaki Kokar Hamam Pınarı’nın (Haydar Baba Pınarı) sularının mağaraya şelaleler halinde akması sonucu oluşmuştur.
Günümüzde bu travertenlerin oluşumu devam etmektedir. Mağaranın kuzey duvarından küçük şelaleler şeklinde sızan sular yer yer duvarlar ve travertenler oluşturmuştur. Ayrıca mağara içerisinde berrak, kükürtlü sular bulunmakta olup, bu suların bazı cilt hastalıklarına iyi geldiğine inanılır.
HALİKARNAS MOZOLESİ
Halikarnas Mozolesi, İngilizce adıyla Mausoleion, Bodrum sınırları içinde yer alır. Bilindiği üzere, Bodrum’un eski adı Halikarnassos olarak geçtiği için mozolenin adı da Türkçe’ye Halikarnas Mozolesi olarak geçmiştir.
Antik dönemlerde yapılan büyük yapıların genellikle iki amaca hizmet ettiğini görürüz. Bu amaçlardan birisi güzel bir ibadet yeri inşa etmektir. Diğer amaç ise tıpkı Halikarnas Mozolesi’nde olduğu gibi, ölen kişinin değerini gösterecek ölçüde iyi bir mezar yeri yapmaktır. Halikarnas bölgesinde yaşamış olan Kral Mausolos için eşi ve kız kardeşi tarafından inşa edilen Halikarnas Mozolesi, Dünyanın Yedi Harikası’ndan biri olarak kabul görmüştür.
Halikarnas Mozolesi’nin mimarî özelliklerinden kısaca bahsetmek gerekirse, Yunan ve Mısır mimarisine ait yapı anlayışının bir araya geldiğini görürüz. Günümüzde adeta bir açık hava müzesini andıran bölgedeki çukur kısmın Halikarnas Mozolesi’nin inşa edildiği yer olduğu düşünülmektedir. Halikarnas Mozolesi’nin en geniş olduğu zamanda, yaklaşık 200’e 100 metrelik taban ölçülerine sahip olduğu da bilinmektedir.
Halikarnas Mozolesi, tarih boyunca ilgiyi hep üzerine çekmiştir. Bu ilginin kötü yanlarından da bir hayli etkilenmiştir. Halikarnas Mozolesi’ne ait parçaları ilk alan grup Saint Jean Şövalyeleri’dir. Mozoleden alınan taşlar, Bodrum Kalesi’nin yapımında kullanılmıştır.
10 Aralık 2010 Cuma
DENİZLİ'NİN HOROZLARI
Denizli'nin sembolü olan "Denizli Horozu", renk ve vücut yapısı itibariyle ahenkli uzun ve güzel ötüşleriyle, ilimize en uzak yörelere kadar isim yapmış yerli bir ırkımızdır. Bazılarına göre Osmanlı imparatorluğu zamanında Arnavutluk'tan İstanbul'a getirilen uzun ötüşlü Berat Horozlarının Denizli'ye getirilmesi ve yerli tavuklarla melezleşmesinden oluştuğu üretildiği söylenmekte ise de bu doğru değildir. Zira renk ve vücut yapısı bakımından aralarında hiç bir benzerlik yoktur. Denizli Horozu bu bölgedeki insanların eskiden beri uzun ötüşlü horozlara gösterdikleri özen sonucu kendiliğinden oluşmuş bir ırktır.
Denizli Horozunun gözleri siyah ve sürmelidir. Bacakları koyu gri veya mor, ibik balta ibik şeklinde, kulakçık kırmızı veya kırmızı üzerinde beyaz benekli genel renk, siyah kirli beyaz ortaklaşa karışım halindedir. Bazen kanat tüyleri üzerinde kahverengi renkler bulunur. Al horozlarda ise siyah-kırmızı ortaklaşa karışım halindedir. Canlı ağırlık ortalama 3-3.5 kg. civarındadır.
Denizli Horozları renklerine, vücut yapılarına ve ibik şekillerine göre 3'e ayrılır. Renklerine göre Demirkır, Pamukkır, Kınalı, Al, Siyah ve Kürklü olmak üzere 6 tipe ayrılırlar. Vücut yapılarına göre Yüksek boyun, Sülün, ve Küpeli olmak üzere 3 tipi vardır. ıbik şekillerine göre ise Geniş ıbik ve Dar ıbik olmak üzere 2 tipi vardır.
Denizli Horozunun sesi, tonuna ve netliğine göre de sınıflandırılır. Ses tonuna göre ince, davudi, kalın ses olmak üzere 3'e ayrılır. Davudi ses, ince sesle kalın ses arasında ve kalın sese yaklaşan tek bir sestir. Niteliğine göre net ses, hüzünlü ses, cırtlak ses, dalgalı ses (alaycı ses) olmak üzere 4'e ayrılır.
Denizli Horozları'nın ötüşleri bütün kabiliyetin ortaya konulmasıyla yapılır. Ötüşleri, ötüş anındaki vücut pozisyonuna göre Aslan Ötüş, Kurt Ötüşü, Yiğit Ötüşü, Pus Ötüşü olmak üzere 4'e ayrılır.
HİEARAPOLİS
Denizli ilinin 18 km. kuzeyinde yer alan Hierapolis antik kentinin arkeoloji literatüründe Kutsal Kent olarak adlandırılması, kentte bilinen bir çok tapınak ve diğer dinsel yapının varlığından kaynaklanmaktadır.
Hierapolis coğrafi konumu ile kendisini çevreleyen çeşitli tarihi bölgeler arasında yer almaktadır. İlk Çağ’da yaşayan Strabon ile Ptolemaios verdikleri bilgilerde, Karia bölgesine sınır olan Laodikeia ve Tripolis kentlerine yakınlığı ile Hierapolis’in bir Frigya kenti olduğunu ileri sürerler. Hierapolis olarak adlandırılmadan önce kentte bir yaşamın var olduğunu Ana Tanrıça kültünden dolayı biliyoruz.Kentin kuruluşu hakkında bilgilerin kısıtlı olmasına karşın; Bergama Krallarından II. Eumenes tarafından M.Ö. II. yy’ başlarında kurulduğu ve Bergama’nın efsanevi kurucusu Telephos’un karısı Amazonlar kraliçesi Hiera’dan dolayı, Hierapolis adını aldığı bilinmektedir.
Hierapolis, Roma İmparatoru Neron dönemindeki (MS. 60) büyük depreme kadar, kentleşme ilkelerine bağlı kalarak özgün dokusunu sürdürmüştür.Kent, Neron dönemi depreminden büyük zarar görmüş ve tamamen yenilenmiştir. Üst üste yaşadığı bu depremlerden sonra, tüm niteliğini kaybetmiştir. Hierapolis Roma Dönemi’nden sonra Bizans Dönemi’nde de çok önemli bir merkez olmuştur. Bu önem, MS. 4. yüzyıldan itibaren Hıristiyanlık merkezi olması (metropolis), MS. 80 yıllarında, Hz. İsa’nın havarilerinden olan, Aziz Philip’in burada öldürülmesinden kaynaklanmaktadır. Hierapolis, 12. yüzyıl sonlarına doğru Türklerin eline geçmiştir.
PAMUKKALE TRAVERTENLERİ
Traverten sözcüğü, İtalya´da geniş traverten çökellerinin bulunduğu Tivoli´nin, Roma zamanındaki adı olan “Tivertino”dan gelmektedir. Traverten çok yönlü, çeşitli nedenlere ve ortamlara bağlı, kimyasal reaksiyon sonucu çökelme ile oluşan bir kayadır.
Pamukkale termal kaynağını meydana getiren jeolojik olaylar geniş bir bölgeyi etkilemiştir.
Bu bölgede sıcaklıkları 35-100 C° arasında değişen 17 sıcak su alanı bulunmaktadır. Pamukkale termal kaynağı, bölge potansiyeli içinde yer alan bir ünitedir. Kaynak, antik devirlerden beri kullanılmaktadır. Termal su kaynaktan çıktıktan sonra, 320 m. uzunluğunda bir kanal ile traverten başına gelmekte ve buradan, 60-70 m.lik kısmı çökelmenin olduğu traverten katmanlarına dökülmekte ve ortalama 240-300 m. yol katetmektedir.
Katmanlı havuzcuklarda ve katkat seddelerinde, çökelmekte olan kalsiyum karbonat, başlangıçta yumuşak bir jel halindedir. Zaman içinde sertleşmekte ve “traverten” olmaktadır. Ancak ziyaretçiler tarafından katmanlar üzerinde gezilmesi ve oynanması, henüz yumuşak haldeki kalsiyum karbonatların ezilmesine, dağılmasına ve çökelme dengesinin bozulmasına sebep olmaktadır.
Denizli´nin turistik önemi travertenleriyle ünlü Pamukkale´den geliyor. Çoğu pamuk dağına benzeyen beyazlıkta, bir kısmı da ebem kuşağı gibi rengarenk travertenler Çaldağ´ın güney yamacından çıkan ve kalsiyum oksit içeren ırmağın sularıyla oluşmaktadır. Sudaki karbondioksit uçuyor ve geriye kalsiyum kalıyor. Güneş ışığının da etkisiyle beyazlama oluşuyor.
Testi ve benzeri şeyleri suya atarak üzerinin kaplanmasını sağlayan çevre sakinleri bunları turistlere satmaktadır. Pamukkale sadece ender görülen bu özelliği ile değil aynı zamanda şifalı kaplıca özelliği ile de ilgi çekmektedir. Çok eski çağlardan beri kaplıca olarak değerlendirildiği bilinmektedir. Bir çok hastalığa yararlı olan termal suların en çok güzelleştirici etkisi ilgi çekiyor. Bu özelliği de eski çağlardan beri biliniyor.
Eşsiz travertenleri oluşturan ve şifa veren suların iyi kullanılmaması bu doğa harikası için tehlike çanları çalmasına neden oluyordu. Son yıllarda alınan önlemlerle travertenler yeniden eski beyazlığına başladı. Yazın serin, kışın ılık olan ve termal olarak yararlanılan suyun, travertenlerin yanında tarihsel zenginliği de büyük Pamukkale´nin.
Vücut ısısındaki su, artık sadece travertenlere veriliyor. Tepedeki turistik tesisler yıkıldı ve kirlilik yaratan nedenlerden biri ortadan kalktı. Düne kadar travertenler üzerinde yürünebiliyor, traverten havuzlara girilebiliyordu. Şimdi buna da izin verilmiyor, ancak vadinin alt kesiminde yapay olarak oluşturulan nispeten büyük havuzlara girilebiliyor. Her şey bu doğa harikasının korunabilmesi ve gelecek nesillere tahrip olmadan ulaştırılabilmesi için...
Pamukkale termal kaynağını meydana getiren jeolojik olaylar geniş bir bölgeyi etkilemiştir.
Bu bölgede sıcaklıkları 35-100 C° arasında değişen 17 sıcak su alanı bulunmaktadır. Pamukkale termal kaynağı, bölge potansiyeli içinde yer alan bir ünitedir. Kaynak, antik devirlerden beri kullanılmaktadır. Termal su kaynaktan çıktıktan sonra, 320 m. uzunluğunda bir kanal ile traverten başına gelmekte ve buradan, 60-70 m.lik kısmı çökelmenin olduğu traverten katmanlarına dökülmekte ve ortalama 240-300 m. yol katetmektedir.
Katmanlı havuzcuklarda ve katkat seddelerinde, çökelmekte olan kalsiyum karbonat, başlangıçta yumuşak bir jel halindedir. Zaman içinde sertleşmekte ve “traverten” olmaktadır. Ancak ziyaretçiler tarafından katmanlar üzerinde gezilmesi ve oynanması, henüz yumuşak haldeki kalsiyum karbonatların ezilmesine, dağılmasına ve çökelme dengesinin bozulmasına sebep olmaktadır.
Denizli´nin turistik önemi travertenleriyle ünlü Pamukkale´den geliyor. Çoğu pamuk dağına benzeyen beyazlıkta, bir kısmı da ebem kuşağı gibi rengarenk travertenler Çaldağ´ın güney yamacından çıkan ve kalsiyum oksit içeren ırmağın sularıyla oluşmaktadır. Sudaki karbondioksit uçuyor ve geriye kalsiyum kalıyor. Güneş ışığının da etkisiyle beyazlama oluşuyor.
Testi ve benzeri şeyleri suya atarak üzerinin kaplanmasını sağlayan çevre sakinleri bunları turistlere satmaktadır. Pamukkale sadece ender görülen bu özelliği ile değil aynı zamanda şifalı kaplıca özelliği ile de ilgi çekmektedir. Çok eski çağlardan beri kaplıca olarak değerlendirildiği bilinmektedir. Bir çok hastalığa yararlı olan termal suların en çok güzelleştirici etkisi ilgi çekiyor. Bu özelliği de eski çağlardan beri biliniyor.
Eşsiz travertenleri oluşturan ve şifa veren suların iyi kullanılmaması bu doğa harikası için tehlike çanları çalmasına neden oluyordu. Son yıllarda alınan önlemlerle travertenler yeniden eski beyazlığına başladı. Yazın serin, kışın ılık olan ve termal olarak yararlanılan suyun, travertenlerin yanında tarihsel zenginliği de büyük Pamukkale´nin.
Vücut ısısındaki su, artık sadece travertenlere veriliyor. Tepedeki turistik tesisler yıkıldı ve kirlilik yaratan nedenlerden biri ortadan kalktı. Düne kadar travertenler üzerinde yürünebiliyor, traverten havuzlara girilebiliyordu. Şimdi buna da izin verilmiyor, ancak vadinin alt kesiminde yapay olarak oluşturulan nispeten büyük havuzlara girilebiliyor. Her şey bu doğa harikasının korunabilmesi ve gelecek nesillere tahrip olmadan ulaştırılabilmesi için...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)